9 Eylül 2019 Pazartesi

Bağdat Haremleri


Bağdat'taki ilk günümden itibaren Doğu'nun kendini belli etmeyen cazibesini, onun kadim mekânlarına adım atanların ruhlarını tesiri altına alan o mistik büyüyü hissettim. Burada hayatın her kanunu, bizim bildiğimizden başka bir hal almışa benziyor. Biz Batılı kadınlar ile çölün kızları arasında aşılmaz bir uçurum var. Bu uçurum bizim yarattığımız bir şey değil, dinin koyduğu bir engel —bir erkeğin aynı anda dört kadın almasına izin veren bir dinin.

Bağdat'ta bir Arap haremini ziyaret edip haremdeki kadınlarla ahbaplık ettim. Gördüğüm, alelade bir tacirin ya da çöl şeyhinin bakımsız, sıradan haremi değildi. Eski bir devlet görevlisi ve Sultan 11. Abdülhamid döneminde söz sahibi olan zengin ve nüfuzlu bir kişinin şatafatlı harem dairesiydi.

Oraya ilkbaharda, bir pazar sabahı gittim. Paşa'nın mağribi tarzda yapılmış yüksek duvarlı, az pencereli ve alçak korkulukların çevrelediği düz damlı bir yapı olan heybetli evi, Bağdat'ta Bâb-ül Muazzam'ın yakınlarındaydı. Kasrın çevresindeki bahçeyi bir sürü uzun hurma ağacı süslüyordu. Sarayın yanındaki çitle çevrili alanda, ayaklarına bukağı vurulmuş safkan Arap atları vardı. Ceylan avında kullanılan, saluki denilen bir sürü çöl tazısı, ben yaklaşırken yerinden fırladı.

Yaşı ilerlemiş, ağırbaşlı biri olan Paşa, arazisini bana bizzat gezdirdi. Parlak ipeklere bürünmüş Paşa sarığı, uzun abası ve uçları yukarı kıvrık kırmızı pabuçlarıyla, modern bir müzikal güldürüde başrol oyuncusunun soyunma odasından az önce çıkmış gibiydi. Makyajı Bağdat için yeterince alışılmış olduğu halde, bence “sahnelere layık” düzeyde iyiydi. Öte yandan son derece sıcakkanlıydı ve düzgün bir Fransızca konuşuyordu. Bana sıra dışı bir av kuşu gösterdi; yalnızca üç yaşında olmasına karşın, şimdiye kadar 200 ceylan avlamış bir atmacaydı bu. Saray kapısının yakınındaki bir kafeste, Dicle kıyılarındaki bataklık ormanlarda tuzağa düşürülmüş çelimsiz, boz renkli iki aslan göze çarpıyordu. Sonunda bâb-ül haremlik'e, yani harem kapısına giden koridora girdik.

Atlar, köpekler ve aslanlar konusundaki tüm o konuşma boyunca, yaşlı Paşa'nın haremindeki gözdelerinden söz açmamak için kendimi zor tut- muştum; ama Arapların gözünde, bir erkeğe ailesindeki kadınların hatırını sormak büyük münasebetsizlik sayılır. Sorsaydım herhalde, “Garipler, yuvarlanıp gidiyorlar işte” diye cevap verirdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder